Tüm dünyayı sarsan, ekonomik dengeleri alt üst eden, yaşama, çalışma, tüketme, sosyalleşme şekillerimizi değiştiren Covid-19 salgını… Şehirlerimizi, köylerimizi yıkan, sular altında bırakan, büyük maddi hasara neden olan heyelan, fırtına, hortum, sel… Aylarca söndüremediğimiz orman yangınları… Bunların hepsinin ortak çıkış noktası iklim değişikliğidir. Doğa üzerinde yarattığımız tahribat, bozduğumuz dengeler aynı ekosistem içinde olan bizleri de kaçınılmaz olarak etkiliyor.
İklim değişikliğiyle mücadelede her zamankinden daha kararlı ve hızlı adımlar atmamız gereken bir dönemdeyiz. Sanayi devriminden itibaren artan nüfus ve tüketime paralel olarak iklim üzerinde benzeri görülmemiş bir insan etkisi yarattık.
Fakat, bu yıl yaşadığımız küresel salgın ve salgının yarattığı panik bu etkiyi hiç olmadığı kadar ivmelendirdi. Nasıl mı?
Salgınla mücadele kapsamında yapılan uygulamaların neredeyse tamamı maalesef çevre üzerinde oldukça büyük bir yük oluşturdu ve oluşturmaya devam ediyor. Son birkaç aydır sağlığımızı korumaya çabalarken diğer bütün konuları sonra ilgilenmek üzere arka plana attık. Fakat maalesef bu süreçte çevre üzerinde oluşturduğumuz etki öyle birkaç ayda ele alıp düzeltebileceğimiz bir etki olmayacak. Bu etkileri nasıl oluşturduğumuza bir bakalım.
Maske ve eldiven atıkları. Maske ve eldiven kullanımının hiç olmadığı kadar fazla olduğu bu günlerde kullanılmış maske ve eldivenler yolda, parkta, denizde, her yerde karşımıza çıkıyor. Kullanılmış maske ve eldivenler daha şimdiden büyük bir atık problemine dönüştü. Yakın zamanda da hayatımızdan çıkmayacağını biliyoruz.
Bireysel araç kullanımının artması. Virüsle temas ihtimalini en aza indirmek için mümkün olduğunca özel araçlarımızla ulaşımı tercih ediyoruz, toplu taşımadan uzak duruyoruz. Ve tabii ki bunun kaçınılmaz sonucu olarak hava kirliliği ve karbon emisyonları artıyor, iklim değişikliği hızlanıyor.
Plastik atık sorunu. Kafe, restoran ve yemekhanelerde tek kullanımlık servis gereçleri kullanılması da yıllardır savaştığımız plastik atık problemine katkıda bulunuyor.
Havalandırma sistemleri. Virüsle savaşmanın en etkili yolunun binaları bol bol havalandırmak olduğunu artık hepimiz biliyoruz. Ancak özellikle bu konuda azami dikkat göstermeliyiz. Virüsle mücadele için binalara bol miktarda taze hava vermek, iç havayla dış havayı karıştıran yüksek verimli ısı geri kazanım cihazlarını kullanmamak, klima santrallerini %100 taze havalı çalıştırmak sağlık için çok gerekli uygulamalar olmakla birlikte binanın enerji yükünü artıran uygulamalardır. Bunlar sağlıklı binalar, sağlıklı ortamlar için olmazsa olmaz uygulamalar ancak bu sistemleri işletirken ve tasarlarken sağlık-enerji optimizasyonunu göz önünde bulunduran tüm tasarım disiplinlerini kapsayan bütüncül yaklaşım sergilenmelidir.
Sosyal mesafe. Mesafeli olmak da bir çevre problematiğidir. Mesafe demek daha fazla alan demektir. Daha fazla alan ise daha fazla kaynak kullanımı gerektirir. Bireyler arası sosyal mesafenin artırılması, işyerlerinin sosyal mesafe kriterlerine göre düzenlenmesi alan ihtiyacını ve dolayısıyla kaynak ihtiyacını artırır. Bu konu başka bir açıdan ele alındığında çevreyi koruyan bir yapıya da bürünebilir. Şirketler doğru kurgulanmış bir uzaktan çalışma stratejisini benimseyerek çalışan sağlığını korurken çevreye olan etkilerini de kaynak ve alan kullanımının azalması ve trafikteki araç yükünün ve toplu taşıma yükünün azalması ile en aza indirebilirler.
Toplum sağlığını korumak ve salgınla mücadele etmek için elbette bu uygulamaları yapmak zorundayız ve yapıyoruz. Ancak, bireyler olarak, şirketler olarak, hükümetler olarak çevre ile ilgili konulara, iklim değişikliğiyle mücadeleye, yeşil şehirciliğe, sürdürülebilir yaşama, sürdürülebilir tarıma, döngüsel ekonomiye, atıkla mücadeleye bu günlerde her zamankinden çok daha fazla eğilmemiz gerekiyor. Aksi taktirde doğal afetlerin ve salgınların çok daha sık ve yıkıcı yaşandığı günlerin bizi beklediğini söylemek zor bir tahmin değil.
Salgınlarla mücadele etmek üzere tasarlanmış sağlıklı bina uygulamaları hızla yaygınlaşırken yeşil bina tasarımları da artarak devam etmeli.
Binaların enerji tüketimleri, karbon emisyonları ve dolayısıyla iklim değişikliğine etkileri öyle bir noktada ki yeşil bina tasarım kodlarının standart tasarım normu olması hiç de abartılacak bir uygulama olmayacaktır. Sadece bina ölçeğinde de değil, şehir ve altyapı ölçeğinde de yeşil uygulamaların standart haline gelmesi şehirlerden ve şehir yaşantısından kaynaklanan iklim değişikliğini ‘yavaşlatmak’ (artık durdurmak diyemiyoruz) için kümülatif etkisi olan tek yol olarak görülüyor.
Bir anda gündemimize oturan salgınla mücadele ederken yıllardır güç bela sürdürmeye çalıştığımız iklim değişikliğine uyum çabalarını bu panik içinde çöpe atmayalım. Bu gezegenin duyarlılığımıza şimdi daha çok ihtiyacı var. Sorumlu yaşayalım, sağlıklı yaşayalım.
Comments