Avrupa’nın Kırılgan Refahı: İstikrarsız Bir Dünyada Doğa, İklim ve Geleceği Yeniden İnşa Etmek
- Murat DOĞRU, LEED AP BD+C, Envision SP

- 6 gün önce
- 5 dakikada okunur
Yönetici Özeti
Avrupa, tarihinin en karmaşık eşiklerinden birinde ilerlemektedir. İklim değişikliği, biyolojik çeşitlilik kaybı, kaynak kıtlığı ve kirlilik gibi çevresel krizler; jeopolitik gerilimler, enerji güvenliği sorunları ve toplumsal eşitsizliklerle iç içe geçmiş durumdadır. Avrupa Çevre Ajansı’nın 2025 ana raporu, bu çoklu krizin çevresel bir başlıkla sınırlı olmadığını; ekonomik refah, toplumsal dayanıklılık, güvenlik ve yaşam kalitesini doğrudan belirleyen sistemik bir mesele olduğunu açık biçimde ortaya koymaktadır (1).
Raporda sunulan veriler, Avrupa’nın sera gazı azaltımı ve yenilenebilir enerji alanlarında kayda değer ilerleme sağladığını; buna karşın ekosistemlerin durumu, biyolojik çeşitlilik, toprak ve su kaynakları ile iklim değişikliğine uyum kapasitesi açısından ciddi yapısal açıkların sürdüğünü göstermektedir. Mevcut eğilimler devam ettiği takdirde, Avrupa’nın 2030 ve 2050 çevre ve iklim hedeflerinin önemli bir bölümüne ulaşması risk altındadır (1).
Bu çerçevede, rapor yalnızca sorunları tanımlamakla kalmamakta; aynı zamanda politika, teknoloji, ekonomi ve toplumsal dönüşüm araçları üzerinden umut veren bir yol haritası da sunmaktadır. Avrupa’nın geleceği, doğa ile ekonomi arasındaki ilişkinin yeniden tanımlanmasına ve “gezegen sınırları içinde refah” anlayışının hayata geçirilmesine bağlıdır.

1. İstikrarsız Bir Dünyada Avrupa’nın Dayanıklılığını İnşa Etmek
Avrupa’nın karşı karşıya olduğu çevresel riskler, artık yalnızca uzun vadeli senaryoların konusu değildir; günlük yaşamı, altyapıyı ve ekonomik faaliyetleri doğrudan etkileyen somut gerçeklikler hâline gelmiştir. Avrupa, dünyanın en hızlı ısınan kıtasıdır ve iklim kaynaklı aşırı hava olaylarının sıklığı ile şiddeti belirgin biçimde artmaktadır (1). Sel, kuraklık, sıcak hava dalgaları ve orman yangınları; gıda güvenliği, su temini, enerji üretimi ve halk sağlığı üzerinde zincirleme etkiler yaratmaktadır.
Dayanıklılık (resilience) kavramı bu noktada kritik bir çerçeve sunmaktadır. Dayanıklılık, yalnızca fiziksel altyapının güçlendirilmesi anlamına gelmemekte; ekosistemlerin işlevselliğinin korunmasını, toplumların uyum kapasitesinin artırılmasını ve ekonomik sistemlerin çevresel şoklara karşı esnek hâle getirilmesini de içermektedir. Sağlıklı ekosistemler, taşkın kontrolü, karbon yutakları, su filtrasyonu ve mikroiklim düzenleme gibi yaşamsal hizmetler sunarak Avrupa’nın iklim risklerine karşı ilk savunma hattını oluşturmaktadır (1).
Rapor, çevresel bozulmanın Avrupa ekonomisi açısından ciddi bir sistemik risk yarattığını açık biçimde ortaya koymaktadır. Euro Bölgesi’nde faaliyet gösteren işletmelerin yaklaşık dörtte üçü, en az bir ekosistem hizmetine kritik düzeyde bağımlıdır. Bu hizmetlerde yaşanacak bir aksama, üretim kayıplarından finansal istikrarsızlığa kadar uzanan geniş bir etki alanı yaratmaktadır (1).
Bu nedenle çevresel dayanıklılık, güvenlik ve rekabetçilik politikalarının ayrılmaz bir parçası hâline gelmektedir. Doğaya dayalı çözümler (nature-based solutions), fosil yakıtlara bağımlılığın azaltılması ve döngüsel ekonomi uygulamaları; Avrupa’nın hem çevresel hem de jeopolitik kırılganlıklarını azaltabilecek stratejik araçlar olarak öne çıkmaktadır.
2. Evrilen Avrupa Politika Çerçevesi
Avrupa Yeşil Mutabakatı (European Green Deal), Avrupa Birliği’nin çevre ve iklim politikalarında tarihsel bir dönüm noktasıdır. 2025 raporu, bu politika çerçevesinin hâlen geçerliliğini ve stratejik önemini koruduğunu; ancak uygulama hızının ve bütüncüllüğünün yetersiz kaldığını vurgulamaktadır (1). Yasal hedefler ile sahadaki sonuçlar arasındaki fark, Avrupa’nın temel sorun alanlarından biri olarak öne çıkmaktadır.
Avrupa Birliği’nin 8. Çevre Eylem Programı (8th Environment Action Programme), 2050 yılı için “gezegen sınırları içinde iyi yaşamak” vizyonunu açık biçimde tanımlamaktadır. Bu vizyon, çevre politikalarının yalnızca çevreyi değil; sağlık, sosyal adalet ve ekonomik refahı da kapsayan entegre bir yapıya kavuşturulmasını öngörmektedir (1). Ancak rapor, politika tutarlılığı ve uygulama kapasitesi eksikliklerinin bu vizyonun önündeki temel engeller olduğunu ortaya koymaktadır.
Yeni dönemde politika çerçevesi, mevzuat üretiminden ziyade uygulama, izleme ve geri bildirim mekanizmalarının güçlendirilmesine odaklanmaktadır. Yerel ve bölgesel yönetimler, bu dönüşümün hayata geçirilmesinde kilit aktörler olarak tanımlanmaktadır. Çünkü iklim uyumu, arazi kullanımı, kentsel dönüşüm ve altyapı yatırımları büyük ölçüde yerel ölçekte şekillenmektedir (1).
Ayrıca Avrupa’nın küresel rolü de raporda güçlü biçimde vurgulanmaktadır. Avrupa Birliği, iklim ve çevre alanında küresel norm belirleyici (standard-setter) bir aktör olma iddiasını sürdürmektedir. Bu iddianın sürdürülebilirliği ise iç politikaların etkin biçimde uygulanmasına ve örnek teşkil edecek başarı hikâyelerinin oluşturulmasına bağlıdır.
3. Avrupa’nın Çevre ve İklim Durumu: Mevcut Tablo ve Gelecek Öngörüleri
Avrupa’nın çevre ve iklim karnesi, çarpıcı bir ikili tablo sunmaktadır. İklim değişikliğinin azaltımı (mitigation) alanında Avrupa küresel ölçekte öncü bir konumdadır. 1990’dan bu yana sera gazı emisyonlarında yaklaşık %37 oranında azalma sağlanmış; yenilenebilir enerjinin toplam nihai enerji tüketimindeki payı %24’ün üzerine çıkmıştır (1).

Buna karşın biyolojik çeşitlilik ve ekosistem sağlığı açısından tablo son derece kaygı vericidir. Avrupa’daki koruma altındaki habitatların %80’inden fazlası kötü veya yetersiz durumdadır. Toprakların %60–70’i bozulmuş, su ekosistemlerinin önemli bir bölümü iyi ekolojik duruma ulaşamamıştır (1). Bu durum, ekosistem hizmetlerinin sürdürülebilirliğini doğrudan tehdit etmektedir.
İklim değişikliğine uyum (adaptation) alanında da ciddi açıklar söz konusudur. Avrupa genelinde milyonlarca insan sel riski altındaki bölgelerde yaşamaktadır ve kritik altyapıların önemli bir bölümü iklim risklerine karşı yeterince korunmamaktadır. Uyum politikalarının varlığına rağmen uygulama düzeyindeki yetersizlikler, risklerin hızla artmasına neden olmaktadır (1).
Raporun ileriye dönük değerlendirmeleri, mevcut politika ve uygulamalarla devam edilmesi hâlinde 2030 ve 2050 hedeflerinin büyük bölümüne ulaşılmasının zor olduğunu göstermektedir. Bu durum, çevre ve iklim politikalarında köklü bir hızlanma ve önceliklendirme ihtiyacını ortaya koymaktadır.
4. Ekonomi ile Doğal Kaynaklar Arasındaki Dinamiği Yönetmek
Avrupa ekonomisi, büyük ölçüde doğal sermayeye dayanmaktadır. Toprak, su, biyolojik çeşitlilik ve hammaddeler; üretim sistemlerinin temel girdileridir. Buna rağmen mevcut ekonomik model, kaynakları çoğunlukla doğrusal bir mantıkla tüketmekte ve geri kazanım oranları sınırlı kalmaktadır. Avrupa’nın döngüsellik oranı 2023 itibarıyla yalnızca %11,8 düzeyindedir (1).
Döngüsel ekonomi (circular economy), bu noktada yalnızca çevresel bir tercih değil; ekonomik ve stratejik bir zorunluluk olarak tanımlanmaktadır. Kaynak verimliliğinin artırılması, atık oluşumunun azaltılması ve ikincil hammaddelerin kullanımı; Avrupa’nın ithalata bağımlılığını ve maliyet kırılganlığını azaltma potansiyeline sahiptir (1).
Raporda, doğal kaynaklar üzerindeki baskının yalnızca Avrupa içinde değil; Avrupa tüketimi yoluyla küresel ölçekte de ciddi çevresel etkiler yarattığı vurgulanmaktadır. Avrupa’nın materyal ayak izi, küresel ortalamanın oldukça üzerindedir. Bu durum, çevresel sorumluluğun yalnızca sınırlar içinde değil, tedarik zincirleri boyunca ele alınmasını gerekli kılmaktadır (1).
Doğal sermayenin korunması ve restorasyonu, uzun vadeli ekonomik istikrarın temel koşulu olarak sunulmaktadır. Ekosistemlerin çökmesi, yalnızca çevresel değil; aynı zamanda finansal kriz risklerini de beraberinde getirmektedir.
5. İnsan İhtiyaçlarını Karşılamak: Avrupa’nın Üretim ve Tüketim Sistemleri
Enerji, ulaşım, sanayi, gıda ve yapı sektörü; Avrupa’nın çevresel ayak izini belirleyen ana sistemlerdir. Enerji ve yapı sektörlerinde önemli ilerlemeler kaydedilmiş olsa da ulaşım ve tarım sistemleri dönüşümde geride kalmaktadır. Ulaşım sektörü, hâlen büyük ölçüde fosil yakıtlara dayalıdır ve emisyon azaltımı sınırlı düzeyde kalmıştır (1).
Tarım ve gıda sistemi ise biyolojik çeşitlilik kaybı, su kirliliği ve toprak bozulmasının başlıca nedenlerinden biridir. Aynı zamanda iklim değişikliğine karşı son derece hassas bir yapı sergilemektedir. Rapor, gıda güvenliğinin geleceği için ekosistem temelli yaklaşımların ve sürdürülebilir üretim modellerinin zorunlu olduğunu vurgulamaktadır (1).
Yapılı çevre (built environment), enerji tüketimi ve emisyonlar açısından kritik bir alan olmaya devam etmektedir. Enerji verimli binalar, iklim dirençli kentsel tasarım ve yeşil altyapı çözümleri; hem emisyon azaltımı hem de yaşam kalitesi açısından önemli faydalar sunmaktadır.
“Gezegeni korumak için imkansızı başarmanın olağan bir iş haline gelebileceğini herkese göstermeliyiz.” – Lisa Jackson
Bu söz, üretim ve tüketim sistemlerinin dönüştürülmesinin yalnızca teknik değil; aynı zamanda kültürel ve yönetişimsel bir mesele olduğunu güçlü biçimde hatırlatmaktadır.
6. Umut İçin Bir Zemin: Dönüştürücü Değişimin Kaldıraçları
EEA raporu, mevcut zorluklara rağmen güçlü bir umut çerçevesi de sunmaktadır. Avrupa, yeşil inovasyon, temiz teknoloji ve sürdürülebilir finans alanlarında küresel ölçekte önemli bir potansiyele sahiptir. Temiz teknolojilerde Avrupa menşeli patentlerin payı %25’in üzerindedir (1).
Politika kaldıraçları, sosyo-teknolojik dönüşüm ve ekonomik araçlar; değişimin üç ana ekseni olarak tanımlanmaktadır. Karbon fiyatlandırması, çevresel vergilendirme, yeşil finansman mekanizmaları ve beceri dönüşümü; bu sürecin hızlandırılmasında kilit rol oynamaktadır (1).
Doğa temelli çözümler, dönüştürücü değişimin en güçlü araçlarından biri olarak öne çıkmaktadır. Sulak alan restorasyonu, orman ekosistemlerinin güçlendirilmesi ve kentsel yeşil alanlar; iklim uyumu, biyolojik çeşitlilik ve halk sağlığı açısından çoklu faydalar üretmektedir.
Son olarak rapor, toplumsal katılım ve adaletin dönüşümün vazgeçilmez unsurları olduğunu vurgulamaktadır. Çevresel dönüşüm, ancak adil, kapsayıcı ve toplum tarafından sahiplenilen bir süreç hâline geldiğinde kalıcı başarı sağlayabilecektir.
Kaynakça
European Environment Agency (EEA), Europe’s Environment and Climate: Knowledge for Resilience, Prosperity and Sustainability – Europe’s Environment 2025 Main Report, 2025. https://www.eea.europa.eu/en/europe-environment-2025/main-report



Yorumlar