Avrupa Birliği, düşük karbon emisyonu ile üretim yapmayan ülkelerden mal alımlarını sınırlayacak adımlar atmaya başladı. Ancak Türkiye en büyük ihraç pazarı olan AB'deki bu ciddi gelişmelerin henüz farkında bile değil. Bu konuda tedbir alınmayan her gün Türkiye için kayıplara neden olacak gibi gözüküyor.
Yeşil Mutabakat
Hepimizin bildiği üzere AB komisyonu Aralık 2019 yılında, 2050 yılına kadar net sıfır karbon salımı, 2030 yılına kadar ise karbon salınımını %50 azaltmayı hedefleyen ‘Avrupa Yeşil Mutabakat’ (European Green Deal) teklifini sundu.
İklim ve çevresel zorlukları fırsatlara dönüştürerek, geçişi herkes için adil ve kapsayıcı hale getirmeyi planlayan bu mutabakat,
Temiz, ekonomik ve güvenli enerji sağlamak
Temiz ve döngüsel bir ekonomi için endüstriyi harekete geçirmek
İnşaat ve Renovasyonda enerji ve kaynak verimli bir yol izlemek
Sürdürülebilir ve akıllı ulaşıma geçişi hızlandırmak
Adil, sağlıklı ve çevre dostu bir gıda sistemi tasarlamak
Ekosistemleri ve biyolojik çeşitliliği korumak ve eski haline getirmek
Toksik içermeyen bir çevre için sıfır kirlilik hedefi
Maddelerini temel alan, karbonsuz bir ekonomi modeli getiren bir büyüme stratejisi.
Avrupa Birliği’nin sera gazı emisyonu dünyadaki toplam emisyonun %10’u civarında. Küresel bir sorun olan iklim değişikliğiyle mücadelede AB’nin tek başına başarıya ulaşması mümkün değil ve bunun farkında olan yöneticiler tedbirleri almaya başladılar. Bu bağlamda Avrupa Birliği ilk etapta kendi birliğinin etki alanında sera gazı salımı ve çevresel etkileri en aza indirmeyi hedefledi. Ayrıca kendisi ile ticaret yapacak ülkelere de bu standartlarla uyumlu hale gelme yükümlülüğü getirdi.
İşte bu çok kritik, ticaret ortaklarının iklim hedeflerini uygulamadıkları durumda, karbon kaçağını azaltmak amacıyla karbon sınır vergisi “Sınırda Karbon Düzenlemesi Mekanizması” (Carbon Border Adjustment Mechanism, CBAM) devreye giriyor. AB Komisyonu 2021 yılı ikinci yarısı itibariyle CBAM ile ilgili yasa tasarısını sunmayı planlıyor. Çimento, demir-çelik, kimya, inşaat, tekstil, ilaç gibi kaynak yoğun sektörler sınırda karbon düzenlemesine tabi olabilecek sektörler olarak ele alınıyor. Uygulanması planlanan düzenlemenin (CBAM) ana çerçevesi ise artık ortaya çıkıyor. Sunum İçin
Karbon yoğunluğu yüksek olan elektrik, demir çelik, alüminyum, çimento ve gübre sektörleri öncelikli olarak kapsam dâhilinde olacak. Bunu diğer sektörler takip edecek. 2023 yılı itibariyle 1 Ocak 2026 tarihine kadar, 2 yıllık bir geçiş dönemi öngörülüyor.
İthalat izni için karbon salım verileri yetkililere raporlanacak. Türkiye’de ise bu konuda hiç bir hazırlık yok.
Yetki verilen firmalara AB, Emisyon Ticareti Sistemi (Emission Trading System, ETS) fiyatları ile CBAM sertifikaları satılacak. CBAM sertifika fiyatları haftalık olarak belirlenecek, o hafta açık arttırma usulü ile satılan izinlerin (EUA) ortalama fiyatları baz alınacak.
AB yetkilileri, CBAM önerisinin, yurtiçinde üretilen mallar ile ithal edilen mallar arasında eşit ve adil muamele gerektiren Dünya Ticaret Örgütü kurallarıyla uyumlu olması gerektiğini vurguluyor. Bu yüzden yeşil ekonomiye geçiş sürecinde en çok etkilenecek olan bölgelere 2021-2027 yılları arasında en az 100 milyar Euro’luk bir kaynağın seferber edilerek, bu ülkelere maddi ve teknik destek vermeyi taahhüt ediyor. Bu uygulanırsa, CBAM'ın daha düşük karbon içeriğine sahip ithalatlar için daha az külfetli olması ve daha temiz mallara olan talebi artırması bekleniyor. AB günümüze kadar çevre ile ilgili etik duruşundan hiç taviz vermedi.
AB sınırından girecek malların karbon içeriği eğer geldikleri ülkede vergilendirilmemiş veya fiyatlanmamışsa fiyatlanacak, geldikleri ülkede fiyatlanmışsa o fiyat AB’de geçerli olan karbon fiyatından düşülerek uyarlama yapılacak.
Türkiye açısından baktığımızda 2020 yılında en fazla ihracat yaptığımız bölge 81,2 milyar dolarla toplam ihracatımızın %42’lik pay oranına sahip Avrupa Birliği ülkeleri. Yani bu mutabakat ile birlikte gelen yükümlülükler ekonomimiz açısından hayati değer taşıyor. Ancak devlet dahi bunun gereğini yapmıyor. Gerekli iyileştirme ve uyum çalışmaları yapılmadığı takdirde ihracatta büyük pazar kaybı yaşanabilir. Bunun yanında AB’nin başka ülkelerle yapacağı ticaret anlaşmalarına “Paris Anlaşmasını onaylama ve uygulama” şartı getiriyor. Bu da çok önemli bir ön koşul. Türkiye’nin bu anlaşmaya taraf olmaması ayrı bir sorunsal olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye en kısa sürede bu anlaşmaya taraf olmak zorunda.
Bunların yanında AB sanayi stratejisinde büyük bir değişime gidiyor. Döngüsel Ekonomi de bu stratejik dönüşüm programının kalbini oluşturuyor. Aslında şehircilikten, bina sektörüne, altyapılardan, eğitime kadar her sektörde sürdürülebilirlik AB ülkelerinin temel stratejisi olmuş durumda. Avrupa Döngüsel Ekonomi Eylem Planı, plana dâhil olan sektörler ve alt sektörlerin ürettikleri ürünü yaşam döngüsü boyunca ele almakta, ürün tasarımını, döngüsel ekonomi süreçlerinin desteklenmesini, sürdürülebilir tüketimin güçlendirilmesini ve kullanılan kaynakların mümkün olan en uzun zaman dilimi süresince AB ekonomisi içinde kalmasını amaçlamakta. Yani yaşamlarının sonunda araziye boşaltılan ya da dökülen “beşikten mezara” kullanılan ürünler üretmek yerine, kapalı döngüde sürekli olarak dolaşan, tüm ürünlerin yeniden değerlendirilerek “beşikten beşiğe” kullanım sağlayan ürünler tasarlanması şart hale geliyor. Türkiye sanayisi bu tarz üretimi bilmiyor, 2021 yılına gelindiğinde bile öğrenmeye tenezzül etmiyor.
Sistemi Kandırmak Mümkün Olmayacak
Türkiye'de çevre konuları gündeme geldiğinde ilk akla gelen yaptırımların çveya sistemin çevresinden nasıl dolanırız sorusu oluyor. Örneğin Türkiye'de bir çok üretim tesisinin denetimlerde göstermek için yaptığı, dekor gibi kapalı duran ve çalışmayan arıtma tesisleri bulunuyor. Ancak AB işleri sıkı tutmayı düşünüyor. Büyük para cezaları öngörüyor.
Yeşil Mutabakatla birlikte karşımıza yeşil aklama yani “greenwashing”, yeşil taksonomi “greentaxonomy” ve yeşil ekonomi “greeneconomy” gibi kavramlar çıkmaya başlıyor.
Yeşil aklama kısaca bir ürün ya da hizmetin yeterli dayanak olmaksızın arz edilmesinin çevreye zararsız olduğunun iddia edilmesi olarak tanımlanabilir. Şirketin veya ürünün çevresel etkilerinin gerçek bilgilere dayanmadığı aldatıcı bir pazarlama tekniğidir. Burada amaç tüketicinin çevre hassasiyetini kullanarak satışları arttırmaktır. İlk defa 1986 yılında otel endüstrisinin “çevreyi kurtarmak için” havluları yeniden kullanmayı teşvik eden pankartları odalara asmasıyla gündeme gelmiştir. Ancak çok geçmeden bu işletmelerin enerji israfını azaltmak için neredeyse hiç çaba sarf etmediği ortaya çıkmıştır. Yeşil aklama yapan firmalara hukuki bir ceza uygulaması günümüze kadar yapılanmıyordu. Ancak 2022 itibariyle AB’de yeni kurallar çerçevesinde bu durum kontrol altına alınacak. Ve yeşil yıkama için büyük cezalar yolda gibi görünüyor.
Çevre Sorunları Türkiye’yi Kuşattı
Endüstriyel ve evsel atıkların yarattığı kirlilik nedeniyle Marmara Denizi'nde yaşanan deniz salyası sorunu, Türkiye'nin çevre politikalarının yeniden gündeme gelmesini sağladı. Türkiye’de su kaynaklarının neredeyse tamamı kirletilmiş durumda. Türkiye’de tüm akarsular kirli ve ekolojileri ölmüş durumda. Göller’de şehir, sanayi ve tarım atıkları nedeniyle aynı durumda yok olmaya yüz tutmuş durumda.
Türkiye, Paris İklim Anlaşması'nı imzalayıp Meclis'te onaylamayan tek ülke. Siyasetin gündemine çevre sorunları ne yazık ki gelmiyor. 2050 yılında sıfır karbon hedefi koyan ülkelerin arasında Türkiye bulunmuyor. Avrupa Birliği'nin öncülük ettiği sıfır karbon planında, yakın gelecekte temiz üretim yapmayan şirketlerden ve ülkelerden mal alımları ya durdurulacak. Veya çok vergiler konacak. Ekonomisi halen çok kırılgan olan Türkiye henüz yaklaşan büyük şoku farketmiş değil. AB ile ticaret yapamamak Türkiye’de yaşanan büyük bir işsizlik problemini daha da arttırabilir.
Hedef Konulmuş Değil
İş dünyası bir an önce Paris İklim Anlaşması'nın onaylanmasını ve gerekli adımların atılmasını bekliyor. Ancak çevre örgütlerine göre Türkiye'nin özellikle sanayi ve enerji alanlarında böyle bir hedefi bulunmuyor.
Bu dönüşümde Türkiye'nin nerede olacağını iyi planlaması gerekiyor. AB'nin 2035'te karbonu azaltacağını ve 2050'de de sıfıra indireceğini bilmemize rağmen hedeflerimizi koymamış durumdayız. Yeşil Mutabakat çerçevesinde 2024 yılında kadar Avrupa'da 54 yasa değişiyor. Bunlara uyum göstermek zorundayız.
Türkiye’de Çevre İle İlgili Yasaları Uygulayan Yok, Denetim de Yapılmıyor
Marmara Denizi'nde yaşanan kirlilik konusunda yasaların ve denetimin ne derece uygulandığını tüm Türkiye gördü. Mevcut yasaların uygulanması durumda bu çevre katliamının önüne geçilebileceğini uzmanlar ifade ediyor. Yasaları uygulayan yok, uygulansa da, çevresel atıkları denetleyecek bir yapı bulunmuyor. Şu anda termik santraller de çoğunlukla yasalara aykırı şekilde denetimsiz faaliyet gösteriyor. Ülkemizi koruması gereken ise devlet görevlileri. Onların gerçek anlamda denetim yapmaları gerekiyor. Yaşanılanlardan ne yazık ki hiç ders alınmıyor, geriye dönülmez hatalar yapılarak dünyanın en kıymetli ekolojilerinden birisi olan Anadolu toprakları üzerindeki tüm türleriyle birlikte sistematik olarak yok ediliyor. Bizlere de, AB Yeşil Mutabakatının Türkiye’yi de kurtarmasını dilemekten başka bir söz düşmüyor.
Kaynaklar:
Akademik Çevre: https://akademikcevre.com/avrupa-yesil-duzeni-turkiye-ekonomisini-nasil-etkiler-etkinlik-ozeti/
Sözcü: Taylan Büyükşahin, 22 Haziran 2021
Çevre çalışmaları Akademisi: Doç. Dr. Sevil Acar Aytekin Sunumu
Video7: Nilüfer Çayı Foto
DHA: Marmara Denizi Kirlilik Foto
Comments