Çernobil Faciası ve Fukuşima Bizlere Örnek Olmalı
Nükleer enerjiye karşıyım ve yenilenebilir enerji cenneti Türkiye’de nükleer santraller olmamalı. Çernobil 200.000 kişiyi öldürmüştü, Fukuşima ise aynı skoru 11 yıl önce tekrarladı. Sizler için yazdım ve tamamını okumanızı tavsiye ederim.
İlk Sözler
Türkiye yenilenebilir enerji cennetidir ve kesinlikle nükleer enerjiye ihtiyacı yoktur.
Türkiye rüzgar potansiyelinin %1,5’ini ve güneş potansiyelinin %1’ini kullanır ise tüm enerjisini karşılamaktadır.
Türkiye dünyanın ekolojik zenginliğinin %20’sine sahiptir ve bu hassasiyetle korunmalıdır.
Bir ülke 2022 yılında nükleer enerjiyi seçmiş ise, bu o ülkenin enerjisini çağ dışı ve kötü yönettiğinin kanıtıdır.
Patlamadan 20 dakika önce Çernobil Rusya’nin en yüksek teknolojili nükleer reaktörüydü. Rusya tüm batı ülkelerine Çernobil ile nükleer teknolojide zirvede olduğunu söylüyordu. Bu ifadenin tam 20 dakika sonrası Çernobil 200.000 kişinin ölümüne neden olmuştu. Ekolojik kayıplar ise sayılamayacak kadar çok. Çernobil’in nükleer etkisi Antalya ilimizde dahi çok acı olmuştu.
Nükleer enerjiye karşıyım ve yenilenebilir enerji cenneti Türkiye’de nükleer santraller olmamalı. Çernobil 200.000 kişiyi öldürmüştü, Fukuşima ise aynı skoru 11 yıl önce tekrarladı.
Neden Nükleer Enerjiye Karşı Olunmalı
Çernobil Nükleer Santrali tam 20 dakika içinde patladı. Çernobil, patlamadan 20 dakika önce Rusya’nın dünyaya en yüksek teknolojili nükleer santrali olarak tanıttığı ve kendilerince gurur kaynağı olan bir tesisti. Rusya, Çernobil ile o dönemde dünya nükleer teknolojisinin lideri olduğunu savunuyordu. İşin ilginç tarafı Çernobil’in nükleer teknolojisi o dönemde batılı devletleri de etkilemişti. Yani Çernobil, genel kabule göre döneminin en teknolojik nükleer santrali idi. Tabi patlamadan 20 dakika önceye kadar.
Çernobil Faciası, 26 Nisan 1986 tarihinde Sovyetler Birliği'ne bağlı Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin Pripyat şehri yakınlarındaki Çernobil Nükleer Santrali'nin 4 numaralı reaktöründe Moskova Saati UTC+3’de Saat 01.23’de gerçekleşmişti.
Aslında Çernobil Nükleer Enerji Santrali’nde üst üste iki patlama olmuştu. Gerçekleşen patlamalar ile önce santralin bin ton ağırlığındaki çatısı gökyüzüne fırlamış ardında da santralin üzerine düşmüştü. Bu kaza sonucunda reaktör kalbinin tamamı, binanın da büyük bir kısmı hasar görmüştü. Kaza sonrasında çıkan yangın ancak 9 Mayıs 1986’da söndürülebilmişti. Yangının söndürülmesi sürecinde SSCB, İsveç ve Federal Almanya’dan yardım talep etmişti.
Rusya can kaybını 31 kişi olarak açıklamıştı. Oysa, Meydana gelen kaza esnasında ölen kişilerin sayısı kimi tahminlere göre 4.000, kimilerine göre ise 93.000 kişi civarında olmuştu. BBC kaynaklı bağımsız araştırmalara göre Çernobil faciası doğrudan ve dolaylı yollardan 200.000 kişinin ölümüne neden olmuştu.
Kaza nedeni elektrik kesilmesi deneyinin ardından, reaktörün acil kapatılması sırasında çekirdeğin kazara patlaması olarak açıklanmıştı. Aslında bu da bir muamma idi. Çünkü Rusya patlama ile ilgili dünyaya sunduğu hiçbir bilgide şeffaf ve samimi olmamıştı.
Çernobil felaketi, Uluslararası Nükleer Olay Ölçeğinde en yüksek sınıflandırma oranı olan 7 ile ölçeklendirilmişti. Kaza, Uluslararası Nükleer Olay Ölçeği'ne göre bugüne kadar meydana gelmiş en büyük nükleer kaza idi. Bu gün bu sınıfta ölçeklendirilen yalnızca iki nükleer felaket bulunmaktadır. Bunlardan birisi Çernobil felaketi, diğeri ise 2011 yılında meydana gelen Fukuşima I Nükleer Santrali kazaları idi.
Felaket maliyeti ve kayıpları açısından tarihin en kötü iki nükleer felaketinden birisi idi. Kaza sonrası 600.000'den fazla işçi nükleer faciaya müdahalede bulunmuş ve birçoğu radyasyona maruz kalmıştı. Tahmini olarak yapılan masraf ise 18 milyar ruble civarında olmuştu.
Rusya’nın halen kabul ettiği açıklamasına göre kaza 26 Nisan 1986 Cumartesi günü 4 numaralı reaktörde yapılan sistem testi esnasında başlamıştı. Çernobil Nükleer Santrali Pripyat kenti, Belarus idari sınırı ile Dinyeper Nehri yakınlarında bulunan bir RBMK reaktörüydü. Test esnasında ani ve beklenmedik bir güç dalgalanması fark edilerek acil durum butonuna basılmıştı fakat güç çıkışı daha fazla büyüyerek son noktaya ulaştığında buhar basıncı bir dizi tepkimeye neden olmuştu. Tüm bu zincirleme olaylar nötron moderatör ile hava arasındaki grafitin birleşmesine neden olmuştu ve nükleer çekirdekte erime meydana gelmişti. Tutuşma ile çıkan yangın atmosfere yükselmişti. Böylece Pripyat başta olmak üzere geniş bir coğrafyaya yüksek derecede nükleer serpinti bulutu yayılmıştı.
Kolay anlaşılması için bir ölçekleme yapılır ise, Pripyat şehri yakınlarındaki Çernobil Nükleer Santrali'nin dördüncü reaktöründe yaşanan patlama sonucu çevreye, 1945'te Hiroşima'ya atılan atom bombasının 200 katına eşit miktarda radyasyon yayılmıştı.
O dönemde Sovyetler Birliği'nin parçası olan Ukrayna'daki bu felaket Rusya’nın her zamanki tutumunda ilk günlerinde uzun süre gizlenmeye çalışılmıştı. Ancak bu boyutta bir nükleer felaketi gizlemek mümkün değildi. Kazada oluşan nükleer bulutlar 2 gün sonra İskandinavya'ya ulaşmıştı. İskandinavya ülkelerindeki gaiger sayaçları adeta çıldırmışçasına ölçümler yapmaya başlamıştı. Batı, Rusya’dan bir açıklama yapmasını istemişti. Bu açıklama patlamadan tam 1,5 ay sonra gelmişti. Yani Rusya kendince patlamayı 1,5 ay gizlemişti. SSCB vatandaşları bile kazayı ancak 7 Mayıs 1986’da öğrenebilmişti. Avrupa'daki radyasyon düzeyinin ciddi boyutta artmasıyla gözlerin çevrildiği SSCB, felaketi dünyaya çok geç duyurdu ve yardım istedi. Çernobil faciası, dünyanın gündemine bir sis perdesi ardından bu şekilde oturdu.
Kazayı dünyaya duyuran haber İsveç’ten gelmişti. 28 Nisan 1986 saat 07.00’de Stockholm’ün 120 km kuzeyinde bulunan Forsmark Nükleer Santrali’nde tesis dışında çalışan personelin rutin radyasyon denetimi sırasında iş kıyafetlerinde (özellikle ayakkabılarında yüksek düzeyde) tespit edilen anormal düzey üzerine İsveçli yetkililer bunun İsveç’te bulunan başka bir santraldeki bir sızıntıdan kaynaklanabileceği konusunda endişelenmişti. Araştırma sonunda böyle bir durumun olmadığı anlaşılınca, İsveç üzerindeki hava akımının kökenini bulmak için meteoroloji raporları incelenmişti. Yapılan incelemeler sonucunda radyasyonun SSCB’nin Ukrayna bölgesinden kaynaklandığı tespit edilmişti. Bunun üzerine İsveç resmen SSCB’den konu hakkında bilgi istemişti. Sovyet yetkililer o zamana kadar kazayı hem kendi vatandaşlarından hem de diğer ülkelerden saklarken, İsveç’in bilgi talebi üzerine Kiev’in 130 km kuzeyindeki Pripyat ırmağı kıyısında bulunan Çernobil Nükleer Enerji Santrali’nde bir kaza meydana geldiğini açıklamıştı. Ancak kazanın boyutları ve nedenleri daha sonra açıklığa kavuşmuştu.
Serpinti bulutu Sovyetler Birliği'nin batısı ile buradan Avrupa'ya ve Karadeniz üzerinden Türkiye'ye de sürüklendi. 1986 yılından 2000 yılına kadar Belarus, Rusya ve Ukrayna'da ciddi olarak kirlenmiş bölgelerden toplam 350.400 kişi tahliye edildi. Türkiye’nin Karadeniz illerinde bir kısmı tanınmış kişler de olan binlerce Türk vatandaşı kanser vakalarından öldü. Türk devleti de konunun ciddiyetini perdelemeyi tercih etmişti. 6 Kasım 1983’de Turgut Özal’ın kurduğu Anavatan Partisi iktidar olmuştu.
Cahit Aral, Turgut Özal gibi İTÜ mezunu idi. ARAL Endüstri A.Ş. İdare Meclisi Başkanlığı, Anavatan Partisi Kurucu Üyeliği, XVII. Dönem Ankara, XVIII. Dönem Elazığ Milletvekilliği ile Sanayi ve Ticaret Bakanlığı yapmıştı. Çernobil'deki nükleer santral patlamasından sonra radyasyondan Karadeniz Bölgesi dolayısıyla çay ve fındık tarımı etkilenmişti. Dönemin Sanayi Bakanı olarak, halka "içiniz rahat olsun" mesajı vermek için kamera önünde çay içmişti. Yani Çernobil’in etkileri Türkiye tarafından da perdelenmişti. Türk tarım ürünlerinin dünya pazarında rekabet gücünün düşeceği fikri burada etkili olurken, nükleer serpintinin halk üzerindeki kısa vadede görülmeyecek olan etkisi siyasetçileri felaketin etkilerini ve boyutunu perdeleme fikrine yöneltmişti.
Oysa durum hiç de öyle değildi, AET 30 Mayıs 1986 gün ve 1707 sayılı kararı ile 1 kg’da 600 bekerelin üzerinde radyasyon taşıyan gıda maddelerinin kullanımını ve ticaretini yasaklamıştı. Türkiye 9 Temmuz 1986’da dış ülkelere 600 bekerel radyasyon sınırına uyacağı güvencesini vermişti. Ancak, 9 Mayıs 1986’da Suudi Arabistan, 14 Mayıs 1986’da da Avusturya aşırı radyasyon nedeniyle Türkiye’den gıda alımını durdurmuştu. 23 Kasım 1986’da Almanya’ya ihraç edilmiş olan 40 ton fındık 1264 bekerel radyasyon içerdiği gerekçesiyle iade edilmiş, 29 Kasım 1986’da Hollanda Sağlık Bakanı Türk çayında 35000 bekerel radyasyon olduğunu resmen basın toplantısı ile bildirmişti. 13 Aralık’ta KKTC, 18 Aralık’ta Batı Almanya ve İsviçre Türkiye’den çay, fındık ve tütün ithalatını yasaklamış, yapılan ölçümler sonucunda 12500 Bq/kg’lik limiti aştığı saptanan çay, ÇAYKUR’a ait depolarda muhafaza edilmiş daha sonra gömülerek imha edilmişti. 7 Haziran 1986’da Bahreyn Çernobil kazasını gerekçe göstererek aralarında Türkiye’nin de bulunduğu bazı ülkelerden gıda ürünleri ithalatını durdurmuş, 10 Kasım 1986’da İngiltere Sağlık Bakanlığı AET standartlarının çok üzerinde radyasyon taşıdığı gerekçesiyle Türkiye’den gelen 40 ton fındığa giriş yasağı koymuştu. Yani perdeleme bir işe yaramıyordu. Tüm ülkelerin kabul etmediği bu tarımsal ürünler Türkiye’de bilinçsizce tüketildi.
Rusya'nın resmî verilerine göre oluşan radyoaktif serpintiden en çok etkilenen yer %60 ile Belarus olmuştu. Çernobil kazasının ardından Rusya, Belarus ve Ukrayna sürekli olarak yaptığı dezenfekte işlemleri ile sağlık işlemlerinde yüklü derecede harcama yapmıştı.
14 Mayıs 1986’da Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri Mihail Gorbaçov Moskova’da yaptığı açıklamada, kazaya Çernobil nükleer santralindeki bakım çalışmaları sırasında meydana gelen ani bir patlamanın neden olduğunu söylemişti.
Kaza sonrasında Türkiye’nin üç farklı düzlemde faaliyetlerini yürüttüğü görülmektedir; yaşamsal öneme sahip tehditleri ortadan kaldırmaya dönük acil durumu kontrol altına almak, çıkar ve öncelikleri tehdit eden konularda siyasa oluşturmak, uluslararası ilişkilerinde güvenlik, çıkar ve önceliklerini korumak için işbirliği yapmak.
Türkiye Çernobil kazasından 3 gün sonra (!) TRT Televizyonu aracılığıyla haberdar olmuştu. Nisan 1986’da Hürriyet Gazetesi’nin manşetinde yer alan “Tepemizde Ölüm Bulutu Dolaşıyor NÜKLEER ALARM” başlıklı haberde, Çernobil nükleer santralinde meydana gelen kazanın ilk açıklamalarda radyasyon sızıntısı olarak yansıtıldığı ancak santralde patlama olduğunun kesinleştiği bilgisi verilmişti. Aynı haberde olayı zamanında duyurmayan SSCB’nin kınandığı belirtilmekteydi.
Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) konu ile ilgili yanlış bilgi vermesi için kullanılmıştı. Kazanın yaşandığı dönemde TAEK Başkanı olan Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre’ye göre “Kuş uçuşu Edirne’ye 1090 km, İstanbul’a 1130 km ve Ankara’ya da 1.250 km kadar uzaklıkta kuzey- batı yönünde vuku bulan bir nükleer kazanın Türkiye’yi etkilememesi mümkün değildi.” Özemre’ye göre meteorolojik şartlarla ilk önce İskandinavya’ya ulaşmış olan radyasyon bulutu eğer ilk günlerde Türkiye’ye ulaşmış olsaydı, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu’nun o günkü altyapısıyla bunun tespit edilmesi de mümkün değildi. Özemre ayrıca dönemde Türkiye’nin elinde az sayıda radyasyon ölçer hassas cihaz olduğunu belirtmekteydi. Radyasyon ölçer cihazlar yalnızca TAEK’te değil askeri birliklerde de bulunuyordu. Özemre’nin belirttiğine göre askeri birliklere dağıtılmış olan 1050 adet radyakmetre vardı. Bunların Soğuk Savaş dönemi içerisinde muhtemel bir nükleer bomba tehlikesinin ortaya çıkaracağı yüksek radyasyon değerlerini ölçmek üzere tasarlanan ve hemen hemen her birlikte bulunan cihazlar olduğu ifade edilmekteydi. Bu bilgiler ışığında çıkarılabilecek sonuç, Türkiye’nin olası bir nükleer kazaya karşı hazırlıklı olmadığı idi. Bu gün de durum çok farklı değil. Soğuk Savaş dönemi içerisinde olası bir radyoaktif serpintiye karşı -yalnızca nükleer silah kullanımına karşı oldukça sınırlı sayıdaki radyasyon ölçer cihaza sahip olmanın dışında- bir hazırlığın ve kurumsallaşmanın olmadığı görülmekteydi.
TBMM’de konuyu perdelemişti. Çernobil kazasının yalnızca 30 Nisan 1986’daki birleşimde söz konusu edilmişti. Yani siyasette topyekün bir perdeleme olmuştu.
30 Nisan 1986’da TAEK başkanı Özemre kazayla ilgili olarak İstanbul’da bir basın toplantısı düzenleyerek o ana kadar kazanın Türkiye’ye yansımadığını ve ölçümlere devam edildiğini bildirmişti. Kendisi adeta halkı sakinleştirmek için kullanılan bir aparat haline gelmişti.
Türkiye’de ilk kez 30 Nisan 1986’da radyasyon ölçümlerinde yükseklik tespit edilmişti. Kazadan bir hafta sonra 3 Mayıs 1986 cumartesi günü radyoaktif bulut Bulgaristan ve Yunanistan üzerinden Trakya Bölgesi’ne ulaşmıştı. Radyoaktif serpintiden 4-5 Mayıs’ta Batı Karadeniz, 7-9 Mayıs 1986’da da Doğu Karadeniz bölgesi etkilenmişti. Radyoaktif bulutun geçtiği sırada Doğu Karadeniz’de özellikle fındık, tütün ve çay üretimi yapılan tarım alanlarında yağış olması radyoaktif kirliliği daha da arttırmıştı.
Karadeniz bölgesine ait doğal radyasyon düzeyleri 8-10 mikro röntgen/saat düzeylerinden, 4-5 Mayıs 1986 günleri 30-50 mikro röntgen/saat düzeylerine ulaştığı belirtilmekteydi. En yüksek radyasyon değeri ise 150 mikro röntgen/saat olarak Batı Karadeniz kıyısındaki Karasu bölgesinde ölçülmüştü. Çernobil kazası üzerinden 10 gün geçtiğinde radyoaktif parçacıkların farklı oranlarda tüm Türkiye’ye yayıldığı aşikardı. Radyoaktif serpintinin etkisi bölgeden bölgeye değişmişmekle birlikte en fazla Karadeniz ve Trakya bölgesini etkilemişti. Yapılan ölçümler sonucunda radyasyondan korunmak için önlemler alınması zorunlu hale gelmişti. Bunun üzerine bir dizi önlemler alınmaya başlanmıştı.
Çernobil, Türkiye’de kriz aşamaları olarak belirtilen her 4 aşamada bir kriz yönetimi sergilenerek perdelenmişti. Türkiye’de karar alıcıların Çernobil krizini nasıl algıladıkları, hangi araç ve yöntemleri kullandıklarını gözlemlemek amacıyla kriz yönetim süreci; kriz öncesi evre, kriz tırmanma evresi, kriz yumuşama evresi ve kriz sonrası evre olmak üzere dört evrede perdelenmişti.
Bugün Türkiye’de çok da faklı bir yönetim bulunmuyor. Güneş potansiyelinin %1’ini, Rüzgar potansiyelinin %1,i5’ini kullansa hiçbir fosil yakıta ihtiyacı kalmayacak olan yenilenebilir enerji zengini Türkiye, kendi ülkesi sınırları içinde Rusya’ya nükleer santral yaptırıyor. Türkiye, nükleer santrallerin geleceği olmadığı görmek istemiyor. Türkiye 2 Kasım 2022’de Sinop’da da bir Nükleer santral yapacağını bayan etti. Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan, “2023'ün sonlarında veya 2024'ün başında Akkuyu'yu açacağız. Sinop'ta yeni bir dörtlü üniteyi inşa edeceğiz. Akkuyu, Sinop, üçüncüsü için çalışılıyor. Bunların her birinden yüzde 10'ar enerji temini sağlayacağız” ifadesini kullandı. Bu ifadeden anlaşılan bir üçüncü tesis için yer dahi araştırılıyor.
Burada Türkiye’nin nükleer enerji ve riskleri konusunda hiçbir şeyden ders almadığı görülüyor.
Son Sözler
Bir ülke 2022 yılında nükleer enerjiyi seçmiş ise, bu o ülkenin enerjisini çağ dışı ve kötü yönettiğinin kanıtıdır.
Türkiye yenilenebilir enerji cennetidir ve kesinlikle nükleer enerjiye ihtiyacı yoktur.
Türkiye rüzgar potansiyelinin %1,5’ini ve güneş potansiyelinin %1’ini kullanır ise tüm enerjisini karşılamaktadır.
Türkiye dünyanın ekolojik zenginliğinin %20’sine sahiptir ve bu hassasiyetle korunmalıdır.
Bir ülkenin ekolojisi siyaset üstü olmalıdır. Çünkü insanların, doğa üzerinde karar verme hakkı tüm diğer canlılar kadardır.
コメント